26-04-2024 13:32

Minik Elis böğürtleni

2016-11-01    0 Kişi Yorum Yaptı   Eklenme Tarihi: 2016-11-01
.stripslashes($urun->baslik).

hatice-kocaman

Kocaeli Life Ailesi’nin yeni üyesiyim. 1984 yılında Kocaeli’de doğmuş, özünde Balkanlar’dan göçen 5 kişilik bir ailenin ortanca evladıyım. Ve 6 yaşında bir ‘minik böğürtlen’ annesiyim. Elis adında, dünyalar güzeli bir kız çocuğu benim böğürtlenim.

Yaklaşık 11 yıldır Kocaeli’de reklam sektöründe hizmet veriyorum. Beni tanıyanların hemen hemen hepsi Stroer Kentvizyon çatısı altında “Bilboardcu Hatice Hanım” diye bilir.

Bugünlerde İzmit iş yaşamı tarafından çok yakınen tanınan, en güçlü firmaların da başında gelen Kavanlar Yapı A.Ş. ile yeni bir aile daha edindim. Kendilerinin tüm inşaat projeleri ve Symbol AVM’nin kurumsal iletişim koordinatörü olarak iş hayatıma devam ediyorum.

Farklı bir deneyim açıkçası...

Yıllarca reklamı satan tarafta olup, şimdilerde hizmeti satın almak pek bir keyifliymiş.

Gelelim bu sayı ve devamında altını bol bol dolduracağımız başlığa; Hümanistik Markalara.

Bu nasıl bir başlık, merak ettiniz değil mi?

Başlıkta ‘hüman’ın yer almasının ilk sebebi, insancıl geniş bir yelpazeye sahip olacak olması.

Marka kısmı da nacizane reklamcılıktan geliyor.

İş dünyasında kadından tutun da, annelik, kardeşlik, ablalık, evlatlık, dünyanın hilafsız en iyi pazarlamacıları sokak satıcılarına kadar herkes ve her şey Hümanistik Markalar’a konu olacak.

Bu bağlamda marka konusunda çok tanım yapmayacağım, zira bir marka nasıl yaratılır, markanın satış hacmi nasıl genişletilir, pazardaki büyüme oranları gündemle nasıl eşleştirilir, bu benim mesleğim olmasına rağmen, herkes bir reklamcıdan daha iyi bilir J

Ben soluğu kendi markamda alacağım;

 

“Minik Elis Böğürtleni”

Okuma yazmayı yeni sökecek olan, oldukça çaylak ve sabırsız bir böğürtlen var bu sıralar karşımda. Gazete küpürleri arasından “Terörle mücadelede yine kayıp” başlığını bile – “Ela ile Ece el ele” diye okuyor.

Komik ama biraz spiritüel bakarsanız, kara mizah. Benim minik ışığım büyüyecek ve bu başlıkları okuyacak.

Oysa isterdim ki okuyacağı satılar; suyun altındaki orfozlar, bir portakal ağacının hayatı boyunca yetiştirdiği 18.000 portakal, Endülüs’teki kütüphaneler olsun....

Kendiliğinden olmuyorsa, annelik, memleket, yaşam aşkını biz harmanlayıp mutlu çocuklar yaratalım.

Minik evlerle onur duysunlar mesela; çünkü o görkemli şatolarda oturmak için verilen her savaşta, içinde yaşayanların kalpleri ölür.

Minik evlerin ise hala bahçelerinde en az üç kavak , beş erik, iki zeytin ağacı, sürüyle çiçek vardır, üstelik köpeklerinin de tasması yoktur.

Su gibi olsunlar. Eğer su gibi olurlarsa, kalpleriyle düşünüp, beyinleriyle sevecekler.

Gün gelecek felsefeyle ilgilenen herkesin, “bilge” olmadığını anlayacaklar. Böylece en tepelerdeyken , çamurun dibinin parlak olduğunu unutmazlar, çünkü makamın yüksekliğine bunun yakıştığını bilirler.

Bozkırın yalnızlığına, ormanın kalabalığına aldanmazlar, aslında her ikisinin de kendi etrafları olduğunu bilirler. Ne zaman bir melodi duysalar, durup dinlerler.

Yeri gelir “gibi” olmaz, “ta kendisi” olurlar.

Sevgilerinde işlevsellik olmaz, işleri doğruyu sevmek olur böylece.

Öyleyse yeryüzündeki her böğürtlen, günü geldiğinde, önünde dünyayı güzelleştirmek için asırlar olduğuna inanmalı. Belirli bir yolu olmasa da, ayakları olduğunu unutmamalı.

Hayatlarında bir süre “uçan spagetti canavarı” na inanmalı, günahlarının hayranı olmalı, şükür ve tövbeyi bilmeli, konuşan ağaç aramaktan vazgeçmemeli.

Sevgi dolu öpüşlere hala hazırsa dudaklarımız ve sol avcumuz hala güzel bir çiçeği okşamaktan vazgeçmiyorsa, doğru ile yanlışın ortasında bir bahçe var ve biz çocuklarımızla orada buluşacağız.

YORUMLAR
Yaptığınız yorumlar editör onayından geçmektedir.