23-04-2024 14:17

Antik kentlerin izinde

2017-09-05    0 Kişi Yorum Yaptı   Eklenme Tarihi: 2017-09-05
.stripslashes($urun->baslik).

Haber: Dr. Arda Süar

Kasım ayından bu yana eve kapanıp boğuştuğum doktora tezimi haziranda bitirince, sosyal hayata dönmek bir anda o kadar da kolay olmadı.

Aylarca, günde neredeyse on saat boyunca yüzlerce kitabın arasında adeta can çekişerek geçen sürecin ardından; otuz yaşımı doldurduğum günlerde ‘doktor’ unvanı sahibi bir insan olmanın mutluluğunu yaşayacak, keyfini sürecek enerjiyi bile içimde bulamadım açıkçası.

Bunu fark ettiklerinden olsa gerek, iş ortaklarım Umut ve Can bana Marduk Dijital’in doktora hediyesi olarak, ağustos başında bomboş bir ajanda verdiler.

Ne bir görüşme, ne bir toplantı… Hiçbir şey olmayan bu bir haftayı tatil yapmam için ayarlamışlar. Uzun süredir ilk tatilimde, ‘Antik Kentler Rotası’ yapmak istediğimi bildikleri ve ‘Google Seyahat Planı Haritama’ da erişimleri olduğu için otellerime kadar ayarlamışlar sağ olsunlar.

Doktora tezi ile boğuştuğum aylarda işleri epey üzerlerine yıktığım ve buna on yılı aşkın dostluk sebebiyle gıkını bile çıkartmayan iki ortağıma bir kez daha teşekkür ediyorum.

Bu planı, sohbet sırasında anlattığım Nazer Otomotiv Genel Müdürü, sevgili abimiz Aykut Pektekin “O zaman Nazer olarak biz de sana doktora hediyesi, bu tatil için bir Ford Ranger verelim. Antik kentleri gezerken arazi şartlarında sıkıntı çekme” diyerek çok şık ve nazik bir öneride bulununca, bu tatil planının eksik olan parçası da tamamlanmış oldu. Sevgili Aykut abi nezdinde Nazer Ailesi’ne de bu anlamlı hediyeleri için teşekkür ediyorum.

Firig Vadisi Yolu


KADİM HATIRALARINA, SAYGIYLA…

Tatilin ilk gününde, sabah erken saatlerde İzmit’ten çıktım ve ilk durağım, Bilecik’in Bozüyük ilçesindeki İnönü Şehitliği oldu. Yol üzerinde yarım saat zaman ayırıp bize bağımsızlığımızı ve cumhuriyetimizi veren binlerce isimsiz kahraman için dua ederek, bir nebze olsun kadim hatıralarına şükranlarımı sunmak istedim.

Bozüyük’ten hareket edip Kütahya’nın Çavdarhisar ilçesindeki Aizanoi Antik Kenti’ne gitmek üzere yola koyuldum, ancak kısa bir süre sonra sola doğru yönelmiş kahverengi Frig Vadisi tabelası vadisini görünce, programımda ani bir kararla değişiklik yaparak vadiyi de rotama eklemeye karar verdim. Ve tüm macera da burada başladı aslında…

Bir hafta boyunca beni bekleyecek olan zorlu şartların kısa bir girişini bu yolda yaşadım. Frig Vadisi yoluna saptıktan sonra, yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından ‘Frig Vadisi Yolu’ diye bir tabela sizi yine sola döndürüyor. Ama yol dediğime bakmayın, gerçekten bundan binlerce yıl önce Frig medeniyetinin kullandığı ve şimdinin yol kavramına pek oturmayan, düz kayaların üzerinden gidilen bir mesafe.

Arda Süar, Ege bölgesindeki Antik kentleri keşfetti.

Yolun tamamen bittiği ve kendinizi toprakta bulduğunuz anda, dağın eteklerindeki mağaralar çarpıcı bir manzarayla sizi karşılıyor.

Bir an düşünüyor insan; bundan binlerce yıl önce bu mağaralarda yaşayan insanlar… Onların çok tanrılı mitolojik inanç sistemleri… Yün ve şarap ile zenginleşen ekonomik yapılar üzerine kurulu şehirler… Binlerce yıl süreli istilalarla Perslerin, Romalıların ve Türklerin arasında gidip gelen şehirlerin yaşadığı yıkımlar, dönüşümler… Köklü bir medeniyetin izlerini belki net olarak göremiyorsunuz ama o ihtişamlı tarih sizi adeta kuşatıyor bir anda.

Yalnız olduğum için mağaralara tırmanamadım çünkü ortalıkta bilek kalınlığında yılanlar geziniyor. İnsana yaklaşmıyorlar ama yine de tek başınıza dağın başında, en yakın medeniyet tanesine onlarca kilometre uzaktayken ister istemez bu tip çekinceler insanı sarıyor.

Kafanızın bir metre kadar üzerinden uçan şahinleri görmek hem inanılmaz bir güzellik hem de doğanın ne kadar içinde ve ne kadar yalnız olduğunuzu hatırlatması bağlamında biraz da heyecan verici.

Frig Vadisi’nde biraz zaman geçirdikten sonra ana yola dönmek yerine köylerin arasındaki yollardan Aizanoi’ye ulaşmayı planladım. Sabuncupınar ve Alayunt Köyleri üzerinden devam eden rotada, beni karşılayan ilk sürpriz yarılan lastiğim oldu. Frig Vadisi’nde hasar aldığını düşündüğüm koca kamyonet lastiği bir anda paramparça oldu. En yakın köye yaklaşık yirmi kilometre mesafede yolda kaldım.

LASTİK PARÇALANINCA…

Ford Ranger konusunda, yol boyunca bana yardımcı olması üzerine sözleştiğimiz Ford Nazer çalışanı Tunahan Aktaş, stepne ve krikoyu bulmama telefonda yardımcı oldu. Ancak şunu anladım ki, Ranger ebadında bir aracın lastiğini tek başına değiştirmek öyle kolay bir iş değilmiş. Yaklaşık bir saatlik uğraşın sonunda pes ederek yeniden telefona sarıldım, Tunahan’dan yardım istedim. 444 36 73’ten yol yardımına ulaştım ve en yakın bayiden yol yardım ekibi yaklaşık bir saat sonra geldi.

Bu arada geçen toplam iki buçuk saat boyunca, yanımdan geçen tek araç bir traktör oldu. Hazırlıksız yakalandığımdan, 35 derecenin altında kan ter içinde lastikle boğuşurken yanımda su olmadığı için kendimi traktörün önüne atıp su istedim. Sağ olası Anadolu insanı bana beş litrelik bir damacanada su verdi. Tam kafamdan aşağı su boşaltırken gelen yol yardımını da değişik bir girişle karşılamış oldum.

Lastik sorunu çözüldükten sonra kendimi Aizanoi’ye atmam iki saatten biraz daha uzun sürdü. Şu an kullanıma kapatılmış olan antik dönemden kalma köprülerin ayaklarının altında, mevsim gereği suyu azalmış olan derede sazan yakalayan küçük çocuklar karşıladı beni burada. Kütahyalı olan babamın eğlencesine sıklıkla konuştuğu İç Ege şivesi ile konuşan çocuklar, kullanabileceğim köprüyü tarif ettiler.

Hierapolis

Aizanoi’yi karşınızda görür görmez büyülenmemek elde değil. Neredeyse iki bin yıllık bir tapınağın ayakta duran sütunları canlı tarih olarak karşınızda göğe yükseliyor. Tapınak alanında birçok tarihi kalıntıyı, sütun başlarını gezebiliyorsunuz. Tapınağın yanındaki kadın savaşçı Amazon heykeli de önemli bir eser. Ben alana girerken aynı anda bilet alan bölgenin yerlisi bir amca ile sohbet ettik. 1980’lerin sonlarında Çavdarhisar Barajı’nın yapımında çalışmış. O dönem bu Amazon heykelinin kaçakçılardan jandarma operasyonuyla kurtarıldığını anlattı. Kitaplarda yer almayan bu tarihi bilgi, bir bölgeyi keşfederken oranın insanları ile iletişim kurmanın önemini bir kez daha ibretlik olarak gösterdi aslında.

Aizanoi’deki tapınağın karşısında iki antik alan daha var. Her antik kentte mutlaka var olan banyo ve hamam kompleksleri ile elbette tarihi tiyatrolar ki Aizanoi’de tiyatro ve stadyumun bir arada bulunduğu, eşi olmayan bir yapı mevcut. İki bin sene önce yapılmış taştan banklarda oturdum, tiyatronun en tepesine kadar tırmandım. Mevsim gereğince havalar sıcak olduğu için uğradığım hemen her antik kentte yaşayacağım konforu ilk olarak burada tattım.

İn cin top oynuyor dedikleri bir sessizlik ve yalnızlık içinde birkaç saat kafa dinleyip düşünmek ve kitap okumak için harika bir durak, antik tiyatrolar. Buradan ayrılmadan önce sütunlu yol ve borsa kalıntılarını gezdim. Tarihin ilk borsasının burada kurulduğunu yola çıkmadan önce öğrenmiştim. Gediz depreminde, 1970 yılında yıkılan bir caminin altından çıkan kalıntılar bugün gayet güzel korunuyor.

Aizanoi’den ayrılıp konaklama için Pamukkale’ye varmak, yaklaşık dört saat kadar sürdü. Altımdaki araca da güvenerek navigasyonun opsiyon olarak bile sunmadığı dağ ardı yolları tercih ettim. Yüksek eğimle tırmanma ve inme şeritleri, keskin virajlar, sağım solum uçurum. Saatler içinde görülen, ancak 8-10 tane araç. Yorucu olduğu kadar insanın kafa boşaltmasına da yarayan bir yolculukla geceyi geçirmek üzere Pamukkale’deki otelime vardığımda, saat gece yarısını geçmişti.

Sardes Antik Kenti-Gymnasium

 

DÜNYA MUSEVİLİĞİNİN MERKEZİ

Sabah erkenden rotamın ikinci gününe başladım. Yedide yola çıktım ve sekiz civarında Salihli’ye vararak Sardes Antik Kenti’ne ulaştım. Dünya Museviliğinin bir dönem merkezi olan Gymnasium, insanı kendisine hayran bırakacak bir mimariye sahip. Hemen bir kilometre ileride yer alan Artemis Tapınağı ise bambaşka bir güzellik. Ayakta kalan sütun sayısı üç ancak kentin ihtişamını size hissettiren kalıntılar adeta topraktan fışkırıyor.  Hala yoğun bir şekilde kazı çalışmaları süren bu alanda, hayatımda gördüğüm en büyük kertenkelelere şahit oldum. Kuyruk dahil neredeyse yarım metrelik bu arkadaşlar, size modern yaşamdan uzakta olduğunuzu hatırlatıyor ve içinde bulunduğunuz mekanın önemini kavramanız için bir selam verip, kayaların arasında kayboluyorlar sanki.

Salihli’den tekrar Pamukkale’ye, Tripolis Antik Kenti’ne giderken Buldan ilçesinden geçiyorsunuz. Kumaşı ile meşhur bu kentten geçerken yol kenarındaki köylü tezgahlarından incir ve üzüm almayı ihmal etmeyin. Hem ucuz hem organik hem lezzetli. Bir Ege kasabası klasiği diyebiliriz.

Afrodisias Antik Kenti


NOODLE KEYFİ

Buldan’dan tekrar Pamukkale’ye varınca Tripolis Antik Kenti’ne ulaştım. Geniş bir alana yayılan ve tepelik bir mevkide yer alan kenti gezmek biraz yorucu. Kazı çalışmaları hala yoğun bir şekilde devam ediyor ve mevcut eserlerin çok daha fazlasını bizlerle buluşturmak için arkeologlar kuyumcu titizliğiyle çalışmalarını sürdürüyor. Tripolis’te de gezdikten sonra tekrar otelime dönüp nazerblog.com için Antik Kentler Ford Ranger Rotası yazı dizisini hazırlamaya koyuldum.

Akşam yemeği için Pamukkale’nin içinde yer alan Asian Restaurant adlı, Korelilerin işlettiği güzel bir Uzak Doğu restoranını keşfettim; TripAdvisor sağolsun. Şık ve lüks Asya restoranlarında yiyebileceğinizden çok daha iyi bir noodle keyfini, Denizli’nin bir ilçesinde tatmak gerçekten değişik bir deneyim oldu.

Ertesi gün yine erkenden kendimi yollara vurdum ve sabah yedide Hierapolis Antik Kenti’nin kuzey kapısından giriş yaptım. Hierapolis, Pamukkale’nin meşhur travertenleri ile iç içe bir yer. Benim giriş yaptığım kuzey kapısı ile kentin bir zamanlar devasa mezarlığı olan Nekropol’ün içinden uzanan iki kilometrelik bir yürüyüş güzergahı. Sağınız solunuz oda tipi mezarlar ve lahitlerle dolu.

Saatin erken olması sebebiyle yalnız başıma dev bir mezarlığın içinden geçerek tarihi Bizans kapısına vardım ve oradan da Hierapolis’in merkezi olan alana ulaştım. Tarihi banyolar hala turistler için aktif bir şekilde çalışıyor, içeride ring servisler ile tarihi alanlara gidebiliyorsunuz.

Asian Restaurant


BEN BURADA NE YAPIYORUM?

Hierapolis devasa bir alana kurulmuş. Antik tiyatro ve St. Filipus Kiliseleri oldukça yüksek bir tepede. Ben ring servisler yerine yürümeyi tercih ettim. Travertenler sebebiyle oldukça kalabalık olan bu alanda bir de tarihi eserlerin ve heykellerin sergilendiği müze var. Yunan mitolojisindeki efsanelerin imgelendiği eserler oldukça çarpıcı. Hele ki benim gibi masal yerine Yunan Mitolojisi hikayeleri ile büyümüş bir çocuksanız kendinizden geçmeniz işten bile değil.

Oraya kadar gitmişken travertenlere girmemek de olmaz diyerek bir sürü insanla üst üste travertenlerde biraz dolaştım. Bizim çimmek tabir ettiğimiz şekilde suyun içinde biraz durduktan sonra “Allah aşkına ben ne yapıyorum burada?” diyerek kendimi yeniden yola vurdum ve Laodikea Antik Kenti’ne ulaştım.

Laodikea da oldukça geniş bir alana yayılmış ve kazı çalışmalarının son sürat devam ettiği bir antik kent. Hava yine 35 derece ve tek başıma dağın başında antik kentin her noktasını dolaştım. Devasa tiyatronun kalıntılarında, üzerimdeki tişörtü kafama bağlayıp gölgelik bir alan bularak biraz kitap okuduktan sonra tekrar yola koyuldum ve Afrodisias’a doğru yola çıktım.  Arada bir de Denizli merkeze uğrayıp Tarihi Kebapçı Baki’de ‘usulüne uygun olarak’ tandırı elle yedim. Mutlaka uğranacak bir mekan, yolunuz düşerse. Hazır Denizli kent merkezine girmişken meşhur Hacı Şerif’ten tatlı almak ya da ayaküstü irmik helvalı dondurma yemek de güzel bir durak, ben yedim oradan biliyorum.

İki saat kadar sonra vardığım Afrodisias’ın hikayesi oldukça garip. Ünlü fotoğrafçı Ara Güler, yolunu kaybetmesi sonucu bir köye varıyor. Evlerin tarihi sütunlarla ayakta durduğunu, kahvede kağıt oynayan köylülerin sütun parçalarını masa olarak kullandığını görünce buranın kayıp Afrodisias Antik Kenti olabileceğini düşünüyor; uzmanlarla görüşüyor ve evet, burasının yıllardır aranan o tarihi kent olduğu ortaya çıkıyor. Ara Güler’in de meşhur bir sanatçı olarak kariyerinin dönüm noktası bu keşfi oluyor… Sene 1958.

Tarihi Kebapçı Baki tandırı

Müzede yaklaşık iki saat geçirip hemen her heykeli fotoğraflayıp, hikayelerini okudum. Koç Ailesi’nin üyelerinden merhume Sevgi Gönül’ün kurduğu vakıf sponsorluğunda, bu kent uzun yıllar süren çabaların ardından kültür mirasımıza kazandırılmış bir yer.

Vakfın başkanlığını hali hazırda Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç yürütüyor. Zenginliğin, sadece şişkin servetler olmadığının kanıtını bizlere sunan Koç Ailesi’ne de tarihe meraklı, kültürel eserlerin değerini bilen tüm dünya vatandaşları adına teşekkür etmek gerekiyor.

Müzede tarihi birçok mitolojik hikayenin imgelendiği heykellerin yanı sıra, mitolojideki önemli figürlerin hemen hepsinin heykelleri var. Hatta Pisagor ve Sokrates gibi Antik Yunan kültürünün önemli bilim insanlarının da büstleri var.

Antik kenti de yaklaşık bir saatte gezdikten sonra Didim’e ulaşmak üzere tekrar yola çıktım.

Hacı Şerif’in dondurmalı irmik helvası

 

BÜYÜCÜLÜĞÜN MERKEZİ

Didim’e giderken yol üzerinde kısa bir mola vermek ve biraz medeniyet kırıntılarına ulaşmak adına Forum AVM’yi tercih ettim. Yol üzerinde denk gelebileceğiniz tek derli toplu AVM burası. Starbucks’tan bir kahve, bozulan kulaklığın yenisini almak gibi işleri hallettikten sonra D&R’dan Teoman’ın ‘Konserler’ CD’lerini aldım.

Toplam dört konser kaydı olan albümde, iki standart Teoman konserinin yanı sıra Bülent Ortaçgil ile verdikleri konserin ve Teoman’ın senfoni orkestrası eşliğinde verdiği konserin kayıtları var. Yol boyunca TRT Nağme ile Türk Sanat Müziği, TRT Radyo 3 ile klasik batı müziği ve TRT Türkü ile Anadolu ezgileri dinleyerek geçen; başka hiçbir radyoya prim vermediğim yolculuğumda, kısa bir popüler kültür arası verdim.  Tavsiye ederim, Teoman severler için oldukça güzel canlı yorumlar var. Festival tarzı yorumladığı bazı şarkıları orijinal kayıtlarından daha güzel, senfoni orkestrası eşliğinde verdiği konser ise tek kelimeyle muazzam.

Didim’de bir günlük mola vererek biraz deniz, biraz güneşlenme ve bolca kitapla geçen bir günün ardından ertesi gün yine erken saatlerde kendimi yollara vurdum; sabah sekiz civarında Didyma Antik Kenti’ne ulaştım. Tarihi oldukça eskilere dayanan ve Roma öncesi dönemde bir büyücülük merkezi olan bu alandaki Apollon Tapınağı, oldukça heybetli bir görüntü ile sizi karşılıyor. Didim’de oldukça merkezi bir yerde bulunan tapınağı en ince ayrıntısına kadar gezmek bir saatten fazla sürmüyor.

Afrodisias Müzesi

 

İNSANLIK TARİHİNİN DEĞİŞTİĞİ YER

Didyma’dan yola çıkınca ilk durağım, beni bu geziye çıkmaya iten en önemli faktörlerden biri olan Miletos Antik Kenti oldu. Modern bilimin babaları olan Thales ve Anaksimandros’un insanlık tarihini değiştirdikleri, bizi konuşabilen hayvanlar seviyesinden gerçek manada insan konumuna getiren çalışmalarını yaptıkları kent, oldukça geniş bir alana yayılıyor ve bazı kalıntılara ulaşmak için patikadan da olsa yol bile yok.

Yaklaşık üç saat boyunca karış karış gezdiğim Miletos’tan ayrılırken, gerçek turizm emekçileri olan, antik kentin önündeki kafeye uğradım. Yaklaşık iki litre taze sıkılmış portakal suyu ancak kendime gelmemi sağladı.

Havanın 40 derece olduğunu unutarak, kafama sardığım tişörtle deliler gibi her minicik taşı bile görmek için dağ bayır tırmanırken, düşen tansiyonumun sekiz beş seviyesine kadar indiğini, eczanede tansiyon ölçtürünce fark edebildim. Ama umursamadan Miletos’tan yola çıkıp hemen antik kentin yanındaki müzeye de uğradım; sonrasında Priene Antik Kenti’ne varmam yaklaşık bir saat sürdü.

Didyma Antik Kenti

Dağın tepesinde olan bu antik kent, bir zamanlar Milet Körfezi denilen ve Büyük Menderes Nehri ile buluşan alana hakim bir liman kentmiş. İlkokul coğrafya derslerine öğrendiğimiz alüvyonun ne demek olduğunu iyice idrak ettim. Dağın tepesinden vadiye bakıyorsunuz ve deniz namına tek bir su damlası yok. Şimdilerde, o zamanın körfezi bereketli Ege tarlaları olmuş.  Priene, bizim modern dönem şehirlerimizden çok daha nizami inşa edilmiş, derli toplu bir kent. Çam ormanları arasında kitap okurken sıcaklık sebebiyle insanların rağbet etmediği bir mevsimde buraları gezmenin verdiği dinginliği tekrar yaşadım.

Didim’e gitmişken Altınkum’da denize girmeden olmaz diyerek, tıklım tıklım plajda kendime bir şezlong bulabilmek için epey yürüdüm. Henüz o gün açılmış olan ve adı bile konmamış bir mekanda yer bulunca sevindim. ‘Gloria Jeans’in tam altında kalan mekan’ demekten başka size tavsiye için bir referans veremiyorum maalesef. Günü bu durakla tamamladıktan sonra, ertesi gün son antik kent ziyaretleri için otele dönüp hazırlıklara başladım.

Rotamın son gününde, Myus Antik Kenti ile başlamak için yola çıktım ve tarlaların içinden devam eden, yaklaşık yedi kilometre traktör yolunda altımdaki Ranger’ın tüm arazi şartları nimetlerini kullanmam gerekti. Yedi kilometre, Büyük Menderes Nehri kıvrımlarına paralel yolu yarım saatte gidebildiğimi söylersem, sanırım yolun şartları kafanızda netleşecektir.

Myus ne girişi ne görevlisi ne de yolu olan ufacık bir kalıntı. Zaten zamanında da İyon Birliği’nin en fakir, en küçük ve sürekli imparatorlar arasında birbirlerine hediye edilen; hediye edilmesi sebebiyle dönemin tabiriyle ‘onursuz’ bir şehir. Kalıntıların olduğu tepeden etrafınıza bakınca, yemyeşil tarlalardan başka bir şey göremiyorsunuz.

Medusa kabartması

Buradan ayrılıp son antik kent durağım olan Magnesia’ya ulaştım. Her sene yağmurda sular altında kalışını haberlerde okuduğumuz bu antik kentte de kazılar yoğun bir şekilde sürüyor. Magnesia’daki stadyum, arkeologlara ve tarihçilere göre antik dönemden kalan stadyumlar içinde en iyi korunmuş olanı. Birkaç saat de Magnesia’da geçirdikten sonra rotayı bitirmenin memnuniyetiyle Ayvalık’a kız arkadaşım ve ailesine misafir oldum. Bihter ile Cunda’da mezelerine hayran kaldığımız İlyosta Restoran ve Sarımsaklı’da konakladığım Olcay Otel’i de yolculuk listenize eklemenizi şiddetle öneriyorum. Fiyat – kalite dengesinin bu denli müşteri lehine olduğu mekanlar bulmak artık zor.

 

ANTİK KENTLERİ GEZERKEN

Ertesi gün İzmit’e akşam saatlerinde vardım. Girdiğim tüm antik kentlerde dokunmadığım tek bir sütun, kalıntı, sütun başlığı ve heykel (heykellere dokunurken serçe parmağımın dış yüzeyinin yarım saniye temasından bahsediyorum, fazlası eserlere zararlı) bırakmadığım yolculuk boyunca, günde yaklaşık yirmi kilometre yürüdüm.

Normal şartlar altında iki kilometre yürüyünce ciğerleri imdat çığlıkları atan ben; bir haftada neredeyse yüz kilometre yürüdüm. Yürümenin ne kadar güzel bir şey olduğunu bize son dönemde hatırlatan kişiyi de saygıyla anmadım desem, açıkçası haksızlık etmiş olurum.

Magnesia Antik Kenti

Buna benzer antik kentler rotası planlayanlara naçizane tavsiyelerim; ucuz ve rahat yürüyüş ayakkabıları alın çünkü taşlar, dikenler, çalılar arasında boğuşurken ayakkabılarınız paramparça oluyor. Yazın sıcağında pantolon giymek anlamsız olacağı için bacaklarınız biraz çizilecektir ama önemsemenize bence gerek yok. Daha serin havalarda gezerseniz bu sorun ortadan kalkacaktır ama bu sefer de kalabalıkların arasında o antik kentlerin gerçek ruhlarına dokunabilmek ne kadar mümkün olur bilmiyorum.

Rotadaki kentlerin tarihi hikayelerini, heykellerdeki mitolojik hikayeleri ve diğer tarihi, arkeolojik ve kültürel bilgileri de nazerblog.com ‘da yer alan Antik Kentler Ford Ranger Rotası yazı dizisinde bulabilirsiniz.

Priene Antik Kenti

NASIL ARANDI: #arda süar # dr arda süar # nazer # nazer otomotiv # ford ranger # seyahat rotası # antik kentler rotası # Priene Antik Kenti # Magnesia Antik Kenti # Didyma Antik Kenti # medusa # Miletos Antik Kenti # Hierapolis # Tripolis Antik Kenti # Afrodisias Antik Kenti # Sardes Antik Kenti # Gymnasium # Aizanoi # Frig Vadisi

YORUMLAR
Yaptığınız yorumlar editör onayından geçmektedir.